GİMDES Yayınları

Yeni Dünya Düzeni ve Helal Gıda

Dergi Abonelik

SORULAR SİTESİ

Tescilli Logolarımız

GİMDES.org eBülteni

* = doldurulması zorunludur

tarafından desteklenmektedir MailChimp!

GDO’lar Yüzyılın Felaketi mi?

Genetik Biber

Genetik Biber

Dünya “Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar(GDO)’ı tartışıyor… Kimilerinin ‘Frankeştayn gıda’, kimilerininse “yeşil altın” olarak isimlendirdiği genetik yapısıyla oynanmış tarım ürünlerinin yetiştiriciliği, yeryüzünde hızla yayılıyor. GDO’lar nedir?

Tavuk genli mısır , balık genli domates, akrep genli pamuk mu tüketiyoruz? Bu ürünlerin insan sağlığına zararları var mı? GDO’lu ürünlerle doğanın dengesi mi değişiyor? ABD, dünya tarımını ele mi geçiriyor?

İşte tüm bu soruların yanıtları İmedya’nın özel haberinde. Yıldız Teknik Üniversitesi Biyomühendislik Ana Bilim Dalı’ndan Prof. Dr. Şeminur TOPAL İmedya’nın konu ile ilgili sorularına çarpıcı yanıtlar verdi.

Sayın Topal öncelikle Genetiği Değitirilmiş Organizmalar nedir ?Bize açıklayabilirmisiniz?

Başlangıcı son derece masum bu teknolojinin.Çünkü dünya nüfusu giderek artıyor. Şu anda 6,5 milyar, ve yakın gelecekte 10 milyarı geçmesi bekleniyor. Dolayısıyla giderek kısıtlanan doğal kaynaklar insanları giderek başka alternatif gıda kaynaklara yöneltiyor. O nedenle başlangış hareketi son derece iyi niyetli. Biliyorsunuz biyoteknolojinin bir takım kazanımları gıda sanyi ve tıpta yaygın şekilde kullanılmaktadır.Genetik modifikasyon tekniklerinin de amacı , hareket noktası bu…

Aslında bir anlamda açlığa çare olarak geliştirilen bir teknoloji mi?

Başlangıç söylemi böyle. Zaman içersindeki uygulamalara bakarsanız bunun daha az masum karakterler taşıdığını göreceksiniz. Çünkü bu labaratuvar fazından birden bire geniş potansiyelli üretim fazına geçmiş durumda. Yani herhangi bir şeklilde riskleri üzerinde ayrıntılı çalıışmalar yapılmadan. Biliyorsunuz bir ilaç bile piyasaya çıkarken en 20 yıllık bir labaratuvar evresi geçirmesi ve toksitidesinden emin olunması lazım. Bu olay genetik modifikasyon uygulamaları için malesef göz ardı edilmiş durumda. Zaten olayın en önemli tartışma noktası da burdan kaynaklanıyor.

Yani GDO’lar ile ilgili yeterli çalışmalar yapılmamış durumda mı?

Yeterli çalışma yapıldı ama toksiditesi ile, riskleri ile ilgili yansılmaları şu anda tartışılıyor….Mesela İngiltere’de en az 4 jenerasyonda labarotavur ortamında toksit olmadığı gözlenip ondana sonra uygulamaya geçilmesi yönündeydi. Ama böyle yapılmadı. Dolayısıyla esas eleştirdiğimiz veya olaya şüpheyle baktığımız nokta bu dünya genelinde….

Ama nedir diye ifade edecek olarsak ”genetik modifiye ürünleri”; bir veya bir kaç geninin bir canlının bir başka canlıya akatırmıyla istenilen karakter özelliklerlerini yaratmak. Yani başlı başına bir başka özellikli farklı canlıyı şekillendirmek. Bunu tarım ürünleri açısından düşünürseniz;” kuraklığa dayanıklı, soğuğa dayanıklı türler yetiştirmek , zararlı bitkilere, böceklere karşı dayanıklılık yaratabilmek gibi pek çok uygulamaları var. Bu teknolojinin adı ”transgeik teknoloji”. Bu teknoloji ile geliştirilen ürünlere de ‘genetiği değişririlmiş ürünler” diyoruz…

Amaç yaşamı kolaylaştırmak mı aslında?

Evet amaç bu ama yansımaları çok boyutlu olabiliyor. Çünkü geni alıp herhangi bir mikro organizmadan da aktarabiliyorsunuz. Bu tip uygulamalar üç durumda yapılıyor. Bunlardan bir tanesi bir mikro organizmadan bir bitkiye.Ya da bir canlı aleminden diğer bir canlı alemine aktarım….Bir diğer uygulamada aynı canlı tütü içerisinde yapılan aktarımlar.Mesala bir bitkiden bir başka bitkiye , bir hayvandan bir başka hayvana aktarım gibi. Bir diğer uygulamı ise bir canlı üzerinde gen diziliminin yerini değiştirmek, farklı karakter özelliği kazndırmak. Mesala ekoli halk arasında çok bilinen bir organizmadır. Belli bir enzimatik yapı taşrt gen dizilimine bağlı olarak. Siz bu gen dizilimin yerini değiştirirseniz bu enzimatik yapı daha güçlü hale geçebiliyor.

En çok tartışılan bunların anbiyotiğe karşı direnç genine bağlandırılarak aktarılması. Böylece aktarım başarı ile yapılmış mı yapılmamış mı , onun denetlenmesinin sağlanabilmesi için yapılıyor. Böylece iki önemli husus ortaya çıkıyor.

Birincisi gerçekten canlının antibiyotiğe direnç karakteri değişebiliyor. Yani bir süre sonra anbiyotikler hastalığın tedavisinde kullanıldığında o canlı antibiyotiğe karşı bağışıklık kazanmış oluyor. Dolayısıyla hasta antibiyotik tedavisine cavep vermiyor.

İkinci bir riskide ;özellikle mikro organizmalardan yapılan aktarımlarda , mikro organizmanın karakter özelliklerinin canlıya geçişi yönünde tartışmalar var. Örneğin ; virüsten aldığınız bir geni, bir başka canlıya aktardığınız zaman ve bu canlının da bir gıda maddesi olarak tüketimini sağladığınız zaman , insan vucüdunun hangi noktayı etkileyeceği noktasında tartışmalar var. Örneğin bir virüs aktarımı ile yapılan bir gida insan beslenmesind ekullaanıldığı zaman bağırsaktaki faydalı mikro organizmaları, bu gıdaların genleri ile tetikleyip tamamen faklı bir canavar organizmaya dönüştürülebileceği konusunda tartışmalar var.Yani olayın boyutları şu anda tartışma durumda.Demiyoruz ki ; bunlar çok zararlıdır, çok risklidir.Ama şunu demeye çalışıyoruz….Belirli potansiyel tehlikeler var.Bunlar açıklığa kavuşmadan bu ürünlerin yaygınlaştırılmasını sakıncalı buluyoruz.Bu ürünlere karşı alternatif koruma yöntemleri geliştirilmeden kullanılmasını sakıncalı buluyoruz.

Peki bu teknoloji ile geliştirilmiş gıda ürünlerinin insan sağlığına zararları konusunda kesin bir bilgiye ulaşılmış durumda mı?

Bu ürünlerin ekonomik uygulamaya geçmesi 1996 yılıdır.Bu yüzden 1996′ dan 2005 yılına kadar olan veriler çok yeterli değil.Onun içinde bu konuda kesinleşmiş çok fazla data yok.Ama kısım kısım belirli detalar var.Örneğin yer fıstığı geni ile transfer edilmiş soyalarda yer fıstığına alerjisi olan insanların aynen soyayada alerjik tepki gösterdiği tespit edilmiş.Hindistan’da prinçde uygulanan medifikasyon sonucu prinçde bulunan A vitamini sentezlenemediği için insanlarda A vitamini eksikliği görülmeye başlanmış ve bu vitamin eksikliğinden ortaya çıkan beriberi ve gece körlüğü hastalıklarında büyük bir artış olmuştur.Sonuç itibariyle bu teknolojinin yansımaları zaman içinde ortaya çıkmaktadır.enzim sisteminde,vitamin sentezlenmesindeki bozukluklara neden olabiliyor,vücuttaki herhangi bir faydalı mikrobiyel faliyetin tam tersine zarar vermesine sebep olacağı konusunda düşünceler var.Gıdayı alerjik hale soktuğu konusunda tartışmalar var.

İnsan sağlığı üstünde özellikle alerji konusunda yapılan çalışmalarda herhalde bir neticeye varıldı

Bu konuda en çok sonuca varılan şey alerjik reaksiyonlar bazı analiz sonuçları gösteriyor ki GDO’lu ürünler alerji etkisi yapabiliyor.Ama diğer etkileri ile ilgili veriler şuan itibari ile çok yeterli değil.Sindirim sisteminde bozukluklar olduğu ifade ediliyor.Ama bunlar henüz netleşmiş veriler değil ancak soru işareti halini almış durumda.

Peki bu değişim, gen aktarımı sırasında güvenlikde çok önemli değil mi? Bir canlının bu aktarımla canavara bile dönüştürülebileceğini söylediniz,bu teknolojinin uygulanması sırasında dünyada sağlanmış bir güvenlik sistemi oluşturulmuş mu?

Bu tip araştırmalar yapan enstitülerde bio-güvenlik önlemlerinin ciddi bir şekilde alınması gerektiğini biliyoruz. Dönem dönem alındığı da söyleniyor. Ancak biliyorsunuz ki, şu an itibariyle halen insan klonlanmasnın gerçekleştirilip gerçekleştirilmediği konusunda farklı açıklamlar var. Dolayısıyl aşu an itibarei ile ne kadar ne güvenlik altında bu konud akesin bir şey söylemek mümkün değil. Bu çalışmaların bir kısmı büyük bir gizlilik içerisinde yürülüyor, ve ciddi patentler doğruruyor , firmalarda bu konudaki açıklamalarını en son mertebeye geldiklerinde yapıyorlar.

Peki alerji dışında hangi hastalıklara yol açabilir bu konuda elde edilen bulgular var mı?

Deli dana ve alzhemir hastalıklarında GDO’lu ürünlerin tüketim artışının etkisinin olup olmadığı tartışılmakta.

Peki kanser ile bağlantısı olup olup konusunda yapılan çalışmalar var mı?

Kanser ile bağlantısını kuarn araştırmacılar var. Sonuçlar netleşmediği için ben bu konuda yorum yapmayı pek doğru bılmuyorum. Yanıltıcı bilgiler vermek istemiyorum. Amacamız sansasyon yaratmak ya da insanları dehşete düşürmek değil…Amacımı zdoğru seçimlerine yardımcı olmak , onların tüketim konusunda bilinçlendirilmelerine yardımcı olmak.

Dünya DGO’lu ürünlerin öncülüğünü yapan ülkelerin başında ABD geliyor bildiğim kadarı ile. Dünyada ki durum n enedir bu ürünler ile ilgili olarak..

Başta ABD olmak üzere Kanada ,Arjantin ve Çin bu pazarı paylaşıyor. Ama her geçen gün buna yenileri ekleniyor. Mesala İspanya , Endonezya son zamanlarda eklenen ülkeler arasında. Ağırlıklı olarak Güney Yarımküre’de yaygınlaştırılmasına daha çok ağırlık veriliyor. Bunun dışında az gelimiş ülkelerde yaygınlaştırılıyor….

Bu bilinçli bir politika mı?

Bu bir yayılım politikası.Onun ötesinde tüketimler tüm dünyayay yaydırılmaya çalışılıyor.O bakımdan bir süre sonra tamamen biyolojik yabancılaşmaya, biyo -çeşitlik kaybına yol açacık bir takım sonuçlar doğurabilecektir.

Doğanın dengeside bozulmuyor mu bu şekilde?

Doğasının dengesi tabiki risk altında.Sadece sağlık konusunda tehlikeleri değil ; çevre açısından , ekoloji açısından da çok ciddi tehlikeler yaratabileceği tartışılıyor. Çünkü ; çapraz gen kaçışları dediğimiz olay var. Genetik olarak değiştirilmiş ürünlerden değiştirilmemiş ürünlere doğru polenlerin kaçışı söz konusu olabiliyor. Çünkü polen trafiği çok ilginç doğa. Tammen toplayıcılar dediğimiz; kuşlar, böcekler, sinekler vs. gibi canlılar olabiliyor ya da rüzgar gibi doğal faktörlerle olabiliyor. Bir mısır poleni doğada en az 4-5 km uzağa taşınabiliyor, soya ya da domates poleni yine kilometrelerce uzağa taşınabiliniyor …Sizin ekili alanınızda bu tür GDO’Lu ürün yok ancak polenlerle bu tür ürünler sizin ürünlerinzi de etkiliyebiliyor. ABD’ de çiftçileri firmalar bu konuda suçlayarak fazla sayıda dava açmış durumdalar. Bizim tohumlarımız başkasına sattın diye. Halbuki olay o değil tamamen doğal tozlaşmaya yayılma gerçekleşiyor. Çiftçi burada hem mağdur oluyor hem de haksız duruma düşmüş , suçlu , zanlı durumuna getirilmiş oluyor ….

GDO’lu ürünlerin tohumlarını gelecek sene kullanamak mümkün değil bildiğim kadarı ile. Yani eskiden karpuz çekirdeğini ekerdik seneye karpuz çıkardı ancak bu tür ürünlerin tohumlarını yeniden satın alıp ekmek mi gerekiyor?

Evet , bu teknoloji’ terminatör ‘ adı ile biliniyor. Aslında bir bakıma doğanın ele geçirilmesi mantığı diye de düşünülebiliyor. ‘Terminatör genler ‘ dölelnem genini ortadan kaldırıyor ve kısır tohum haline getiriliyor. Ve genetik teknolojinin bir diğer amacı tohum sürümünü arttırabilmek. Dolayı ile her yıl çiftçi bu tohum üreten şirktlere karşı bağımlı hale geliyor. Artık çiftçinin kendi tohumunu üretme hakkı elinden alınmış oluyor. Ve her yıl dışa bağimlılık artıyor.Ve yan sektörler de oluşuyor. Tarımsal ilaçlar konusunda da bu ürünler için yeni ürünler , ek tarımsal ilaçlar geliştirmek gerekiyor. Ve bu tarımsal ilaçları da yine GDO’lu ürünler üreten firmalar piyasaya sürüyor.

Yani büyük bir tekelleş mi oluşuyor dünya tarımında?

Evet. Çiftçi bir çok açıdan bağımlı hala geliyor. Bir dönem ‘yeşil devrim olarak niteledirilen ‘ bu ürünler günümüzde artık hem genetik hem ahlaki kirlenme olarak nitelendirilmeye başlandı. Olayın; sağlık, çevre boyutlarının dışında bunun uzantısı olarak hukuksal ,tarımsal, ekonomik ve etik boyutları da var.Dolayısı ile bu konuyu bir açıdan değerlendirmek yanlış olur.Olayı tüm boyurları ile irdelenip önlem almak ve ülkelerin bu konuda ulusal bir strateji programı üretmesi gerekiyor.

Önlem almak derken bu ürünleri ihraç eden ülkelerin başında ABD , Kanada , Çin ve Arjantin geliyor. Ve Türkiye’de bu ülkelerden bu ürünleri ithal eden ülkeler arasında yer alıyor.AB ülkeleri ise bu konuda çok daha hassas bildiğim kadar ile …

Türkiye’nin durumu oldukça ilginç….Biz bu konuda senelerdir Türkiye’nin bu ürünleri aldığına ilişkin kamuoyuna bilgiler vermeye ve bunun nedenlerini sormaya , hatta kamunun bu konuda açıklama yapması gerektiğini dile getirmeye çalıştık. Bundan yaklaşık bir buçuk iki sene öncesine kadar bu ürünlerin ithalatının kesinlikle yapılmadığı konusunda açıklamalar yapılıyordu ilgililer tarafından. Ancak son zamanlarda bu o kadar aşikar hale gelmeye başladı ki , evet biz ithalatı yapıyoruz ancak şu anda gümrüklerde bunun denetimini yapma imkanımız yok, sadece ihracatı gerçekleştiren firmanın beyanına göre hareket ediyoruz.Yani ihraç eden firma benim ürünlerimde GDO yok diyorsa buna inanıyoruz ve hiç bir denetime tabi tutmadan ülke içine alıyoruz. Bugüne kadar yapılan ithalat politikası bu.Tabi bu gerçekten çok cidi bir sorumluluk.İleriye dönük ciddi soru işareti olan bu ürünleri hiç bir denetim olmadan ülkenin kapılarını sonuna dek açarak alıyoruz.

Sağlık bakanlığı bu ürünlerin ithalatı konuusnda sadece bu açıklamayımı yapıyor?

Evet malesef öyle. Ve bu çok tehlikeli. Çünkü bir tek ürünü ithal etmek değil bu. Bir tek mısır ile bir tek soya ile bitmiyor bu iş. Örneğin mısırdan bir çok türev ürün üretiliyor. Mısırdan şeker şurubu yapılıyor ve bu gıda sanayiinde kullanılan ana maddelerden biri ki; Türkiye’nin şeker politikasıda bu nedenle değiştirildi. Türkiye’de Cumhuriyet ile birlikte ilk kurulan fabrikalar şeker fabrikalarıydı. Türkiye’deki şeker fabrikalarının bir özelliği var, o zamanın teknolojisine uygun olarak şeker pancarını işlemeye yönelik. Oysa bize şimdi entegre edilen şeker kamışının üretilmesi ve bizim fabrikalarımız şeker kamışını işleyemiyor. Bu bizim şekerde dışa bağımlılığımızı arttırıyor. Biz dışardan mısır alıyoruz, mısırdan nişasta şurubu yapıyoruz ve nişasta şurubunu da şeker kaynağı olarak kullanıyoruz. Bunu yapmak demek büskividen pastaya , çorbadan tatlıya şekerin içine girdiği her üründe bunu kullanmak demek.

Biz mısır ithalatının büyük bölümü de ABD’den gerçekleştiriyoruz ? Bu ürünlerin içinde de GDO’lu ürünlerin olma ihtimali yüksek mi diyorsunuz ?

Evet çok büyük bir bölümü ABD’den geliyor .Bu ithalatı gerçekleştiriken GDO’lu ürünler olmadığına inanmak saflık olur. Bi dönem devletin eli ile devlet yakınları için” civ civ ” yemi olarak kullanıldığı açıklandı bu ürünlerin. Oysa ithal edilen miktar 290 bin ton civarındaydı .Bu konuda bizim yaptığımız açıklamalara hala bir yanıt gelmedi.

Aslında bir anlamda GDO’lu ürünleri üreten ülkeler bu ürünleri ihraç ettiği ülkelerin tarım politikalarında müdahele etmiş mi oluyor?

Dikkat ederseniz son yıllarda Türkiye’nin tarım stratejileri çok ciddi şekilde değişti. Trakya’da ayçiçek üretiminde hiç bir şekilde yerli tohum kullanılmıyor. Güneyde pamukta ciddi oynamalar var.Çünkü; GDO’lu üretilen ürünleriden biri de ağırlıklı olarak pamuk….Şu anda Çin’de birinci sırada. Şu an itibari ile bu dünyada 70 milyar dolarlık bir pazar ve bu pazarı 3-5 şirket dünya genelinde elinde eturuyor. Ve bu şirketler kendi aralarında ciddi evlilikler yapıyorlar. Bu konuda ödün vermemek üzere belirli ortak stratejiler uyguluyorlar.

Türkiye’de durum nedir GDO’lu ürünler konusunda? Bu konuda sizin anlattıklarınızdan aladığım kadarı ile herhangi bir yasal denetim mekanizması şu ana kadar oluşturulmuş değil?

Türkiye Cartegena Protokolü ile belli bir taahüt altına girmiş durumda. 1998 yılında bir protokol için kanun hükmünde kararname çıktı ve bu geçen yıl kanun hükmü niteliğine kavuştu ve biyogüvenlik yasasının hazırlanmasına başlandı. Başlangıçta daha kapsamlı olan bu yasanın oluşturulması evresinde oluşturulan komisyonda endüsti kuruluşlarından da katılım olunca endüstiri kuruluşlarının lehine olacak şekilde değişiklikler yapıldı.Ve hala biyo güvenlik yasası meclisten çıkmadı .Bu haliyle çıkarsada çok fazla önem taşıyaçağını sanmıyorum , çünkü çok fazla endüstiriyel pirimler var.

Türkiye AB sürecinde…AB sürecinde Türkiye’yi zorlayacak konuların başında da tarımın yer aldığı söyleniyor uzmanlar tarafından . AB ülkeleridne ise ise bu genetiği değiştirilmiş ürünlere çok fazlaa pirim verilmiyor. Türkiye bu süreçte dengeyi nasıl kuracak peki?

Aslında bazı çevreler bunu ABD ile Avrupa’mnın güç savaşı olarak nitelendiriyor. Ama olay o değil . Avrupa’da bu konuda çok cididi bir yapılanma gerçekleştirildi. Bu konuda çok etkin ve yetkin gruplar var. Ve bu komitelerle bu işin yasal boyutu çok ciddi bir şekilde oluşturulmuş durumda.ŞU anda AB sadece 17 ürüne izin vermiş durumda. Örneğin mısırda 11 farklı genetik modifikasyona uğramış mısır var AB bunların sadece 4’ünün ülkelere girişine izin veriyor. Bu şekilde hem girişi sınırlandırıp denetleme şeklinde sistem oluşturuluyor hemde etiketlendirme sistemi ile tüketici bu konuda bilgilendiriliyor…

Etiketlendirme sizin üzerinde çok fazla durduğunuz konulardan biri…Etiketlendirme neden önemli?

Tüketicinin bazı temel hakları var. Seçme hakkı da bunların başında geliyor. Dolayısı ile etiketlendirme ile hem tüketiciye bu hakkını bilgilenme hemde seçme hakkını kullandırmış oluyorsunuz. Eğer tüketici bu ürünü isterse bu ürünü alıyor isterse reddetme hakkı da var..

AB dışında GDO’lu ürünlerde etiketlendirme çalışması yapan ülkeler var mı ?

Avrupa dışında örneğin ABD’de yok. Amerika da biliyorsunuz FDA diye bir örgüt var ve ABD’de bir çok karar; ilaç ve gıda konusunda bu kuruluştan çıkıyor. FDA bir çok konuda çok kararlı ancak bu ürünler konusunda çok fazla kararlılık göstermiyor.Çünkü FDA’da bu işlerin sorumluluğu verilmiş gruplara bu ürünleri üreten firmaların eski yöneticileri getirilmiş durumda… ABD’de bu konunun muhalifleri daha ciddi önlemlerin alınması için baskılarını artırmakta. Çin ve Arjantin de ise geri kalmış ülkelerde uygulanan politikalar uygulanıyor. Etiketlendirme çalışması malesef yapılmıyor.

Peki bu ürünlere muhaliflerin istediği nedir? Ne yapılmasını istiyorsunuz bu konuda?

Birinci talebimiz ; bu ürünlerin masumiyeti kanıtlanmadan ekiminin ve tüketiminin yaygınlaştırılmaması…İkinci talebimizde buna karşı bellli güvenlik önlemlerinin uygulanması tıpkı AB ülkelerinde olduğu gibi. Biliyorsunuz orada gıda güvenliği dendiği zaman ”Tarladan çatala” zihniyeti olarak hareket ediliyor. Ve bir ürüne her üretim aşamasında bir numara verilerek geriye dönük takibi sağlanabiliyor. Türkiyede’de böyle bir stratejinin oluşturulması ve kararlıkla uygulanması gerekiyor. Türkiye AB sürecini yaşarken bazı yasal düzenlemeler yapılıyor , ama uygulamaya geçildiğinde geçerliliği çok yavaş oluyor

Bu konuda hükümetten bir destek görüyor musunuz?

AB’ye karşı biz bu konuda belli bir hassasiyete sahibiz ve bir yapılanma içindeyiz deniyor, ve bu nedenle Ankara’da Tarım Bakanlığı çerçevesinde bir labaratuvar kuruldu. Ancak bu labaratuvar hiç bir şekilde işlevsel değil. Bununda sebebi ABD’ye karşı bakın ben bunun kontrolünü yapmıyorum , size karşı daha toleranslı bir çizgideyim diyerek iki taraflı bir politika uyguluyor.

Bu politika bizi AB sürecinde zorlamaz mı?

AB’ye üye ülkelerinin bir çoğu , ithal ettiği ürünlerin içinde GDO içermemektedir. ifadesinin yer aldığı bir sertifika istiyor. Bunu Türkiye yapmakta giderek zorlanıyor. Çünkü bizim aldığımız ana ürünler genetik modifiye olduğu için diğer türev ürünlere de yansımış durumda. . Yani bir bebek mamasına soya koyuyarsanız ve bu soyayı da genetik modifiye olarak dışardan almışsanız , bu bebek mamasıda genetik modifiye içermiş oluyor. Ve bebek mamaları AB ülkelerinin en hassas olduğun konular arasında yer alıyor. Ve bu Türkiye’nin ihracatını zorlayacak konuların başında geliyor….

İmedya Özel Prof. Dr. Şeminur TOPAL Röportajı
Gülşen Bilican – Neval Aldırmaz

Comments are closed.